Tutsaklık

İnsanlığın virüs hapsi yaşadığı bu günlerde, çok kişi başlığa bakıp insanoğlunun bu günlerde yaşadığını düşündüğü tutsaklığı yazdığımı düşünmüş olabilir. Siz onlardan biriyseniz, yanıldınız. Ben çoğunun virüs tutsaklığı dediği şeyin nasıl bir özgürlük olduğunu anlatmaya çalışacağım bu satırlarda.

İnsanlığın şu andaki tutumunu kime benzetiyorum biliyor musunuz? Hayatının 20-30 belki daha fazla yılını hapishanede geçirmiş bir adamın tutsaklık dedikleri durumundan azad edilince, dışarda nasıl yaşanır bilemediğinden, bildiği başka bir hayat olmadığından, hemen suç işleyerek hapishaneye, evi kabul ettiği tutsaklığına hızla dönme arzusuna benzetiyorum. Virüs, maalesef gümüş tepside olmasa da, maalesef birçok kişinin sağlığına, hayatına mal olarak olmuş olsa da, bir tepside size özgürlük demo’sunu sunuyor. Henüz özgürlüğünüzü vermedi, onu alıp alamayacağınızı sizin kudretiniz belirleyecek. 

İnsanlık nasıl da yaşamayan tutsaklar haline gelmişti, anlayabildiniz mi?

Kendinizi, varlığınızı ve sevdiklerinizin varlığını en az hissedeceğiniz şablonlara, rutinlere, takvimlere, üretken olmayan toplantılara ve hapishane parmaklıklarının şekline tezat, paranın sıfırlarının yuvarlağının içine hapsetmiştiniz.  Sizin o esarete dönme arzunuz ve coşkunuz, eğer izlediyseniz, Esaretin Bedeli (Shawshank Redemption) filminde Morgan Freeman tarafından canlandırılan Brooks Halton’un şartlı tahliye edildikten sonra, cezaevinde elli yıl geçirdiğinden dış dünyaya uyum sağlayamayıp intihar etmesi şu anda virüs tutsaklığı yaşayanların eski hayatlarına koşarak gidip, eski yaşamlarında ki hiçbir yanlışı düzeltme arzusuna sahip olmamasından farklı değildir. Plazalarına koşarak gitmek isteyenler var içimizde.Kainatta ki diğer canlılarla hiç iletişim kurmadan yaşamına devam etmek isteyenler, hatta kendi ailesini bile kütüphanesinde ki biblolar gibi hayatında tutmak isteyenler var aramızda. Çok yıldızlı restaurantlara koşarak gitmek isteyen, önüne gelen tabaklar da, eti sertleştirerek pişirdiğinden, sushi’sinde sirke yerine glutenli pirinç kullanarak yaptığından, tatlısı geldiğinde, tarçınla kakaoyu birlikte kullanmaması gerektiğinden, su bardağının kulpu,, tabağının eğiminden, türlü sebepten şefi yanına çağırmayı bekleyenler var aramızda. Yanlış anlaşılmasın, hayatta ki ince zevklerin varlığına hep müteşekkir olmuşumdur. Hayatta ki derken, hayatı bilmek kaydıyla. Hayatı bilmek, o yemek masasına katkının, sadece insanın kendini hapsettiği kağıt parçasından ibaret olmadığını bilmektir. Hayatı bilmemek, tabağında ki yemek üzerine ahkam kesmek ama o yemeğin o tabağa yolculuğunda var olan, üreten hiçbir insanı ya da süreci düşünmeden, bilmeden, toprağa hiç ellemeden yaşamına devam etmektir. Sushi çok seviyorsanız ama yine de mutfağınızda ki bir balığa, pişene kadar asla elleyemiyorsanız, ya da en azından dalıp bir balığa gülümsemediyseniz, ya da hiçbirini yapmadıysanız bile, onu nimet olarak görüp, o balığın ruhuna, onu size verene teşekkür etmiyorsanız, işte orası sizin hapishaneniz.

Nasıl güzel bir bahar kokusu var dışarda şimdi. Bir tomurcuğun açmaya başlaması, o görsel şöleni insanlığın görebilmesi için, o canlının kökleri ne yağmurlar topluyor,ne zorlu zamanlardan geçiyor, insanın betonlarına rağmen, ne zorluklarla güneş topluyor kendine. Öyle yerler var ki; orada ki bir tomurcuk açarken, toplasan on tane insan geçmez o güzergahtan. Bu on insandan, sekizinin o görsel şölenden geçerken, o tomurcuğun varlığını bile görmediği bir insanlık olmuştuk. Koştuğu bir hapishanesi vardı oradan geçenlerin. Evet gümüş tepside değil belki de paslı bir tenekenin üzerinde, özgürlüğü sunmaya çalışıyor bu virüs şimdi bize. Lezzetli bir pembe domatesi, tepesini kesince, bütün ortamınızı bir narenciye bahçesi gibi kokutan o portakalı, araç trafiği ve onun yarattığı gürültü kirliliği azalınca, coşkuyla dans eden yunusu 3D printer’da üretemeyeceğinizi bilmek özgürlüğünüze giden yoldur. Bir gün marketsiz, mutfaksız bir yerde, doğanın içinde yaşamak mecburiyetinde kalırsanız, ağaçtan kesici alet, çalıdan ateş, topraktan mahsul yapabilmeniz özgürlüğünüzdür. 

Lezzetli bir pembe domatesi, tepesini kesince, bütün ortamınızı bir narenciye bahçesi gibi kokutan o portakalı, araç trafiği ve onun yarattığı gürültü kirliliği azalınca, coşkuyla dans eden yunusu 3D printer’da üretemeyeceğinizi bilmek özgürlüğünüze giden yoldur.

Tutsaklık ne kadar yanıltıcı bir kavram değil mi? İnsanın kendi kendini hapsettiği kötülüklerden ve yoksunluklardan daha büyük tutsaklık yok. Büyük yanlışlar, kötü akışlar, çarpık öncelikler ve kifayetsizliğe hapsetmişti insan kendini. Her köşe başında milyonlarca toplantı yapıldı, yine de  insan kolektif bilinç ortamlarında bile tutsaklığının adını koyamadı. Toplantı deyince hep aklıma bir kısa film geliyor. Meksika Körfezine BP’ye ait tankerdeki petrolün dökülmesinden sonra, parodi olarak kısa bir film çekilmişti. Temsilen BP’nin toplantı odası olarak gösteriliyordu mekan. Masanın etrafındaki 20’ye yakın zeka, petrolün körfezden nasıl temizleneceğini konuşacaktı. Toplantının ilk beş dakikasında masaya dökülen kahveyi nasıl temizleyeceklerinin içinden çıkamadılar saatlerce. Komedi ama gerçek hayattan çok da farklı değil, bu satırları okuyanlar içinde bilenler biliyor. Çünkü aynı yanlış tekrarlanıp duruyor.

Niçin diye sormadan, ne ürettiğimizi sorgulamadan, bütüne katkı diye bir kavramdan uzak “iş” maskesiyle harcanılan zamanlar; sebebi üzerine hiç çalışılmadan tedavi edilmeye çalışılan hastalıklar; neden sorusu sorulmadan giyilen meşguliyet gömlekleri, işte orası bizim hapishanemiz. Ve itiraf etmeliyim ki, o hapishanenin içine gerçek yaşama dair pek bir güzellik sıkıştıramadıysanız, sizin hapishaneniz, Shawshank’deki Brooks’un hapishanesinden bile beter. O en azından hapishanenin kütüphanesindeydi ve kendine üç boyutla sınırlı kalmayan bir dünya yetisi geliştirebilmişti.

İşte bu yüzden, tutsaklık kavramının pek de basit bir açıklaması yoktur. Bir hakim, sıradan bir insan, bir sağlık karantinası insana “sen tutsaksın” demeden, insanın özellikle de her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşündüğü zamanlarda “hiçbir tutsaklığım var mı?” diye kendine sorması gerekir. Bu egzersizi yapmanızı öneririm, kendinize samimi olmayı becerebiliyorsanız, öyle büyük bir tutsaklık listeniz olacak ki. Mesela şu anda insanoğlu evlerinde şunu mu yesek bunu mu yesek diye çakma bir tutsaklık yaşarken, hapishanelerde suçu kanıtlanmamış fikir suçluları var. Diyelim ki siz insanlığını kaybetmemiş bireyseniz ve bir yanlışlığı görüp de değiştirebilecekken, toplumun, suçsuz insanların zarar görmesi pahasına sustuysanız; sizin tutsaklığınız, şu anda kanıtlanmamış bir fikir suçuyla içerde olan, doğrularından hiç vazgeçmemiş olan insandan daha büyük bir tutsaklıktır tartışmasız. Kimse size bakıp tutsak demez, ancak ve ancak siz yapabilirsiniz bunu. Siz içinize sorup da tutsaklıklarınızın hesabını yapabilecek kadar büyüdüğünüzde yapabilirsiniz.

Mesela ben dün sabah bir tutsaklığımı daha farkettim. Yıllardır her sabah asker gibi sabahın ilk ışıklarıyla uzun bir yürüyüş yapıyorum. Dün yasaktı çıkamadım. Yasak kelimesi geçti yani bu bir tutsaklık olmalı değil mi? Oysa değil, disiplin ve yürüyüş aşkım, açıkhava ve deniz sevdammış benim asıl tutsaklığım. Dün sokağa çıkma yasağı olmasa, pencereleri sonuna kadar açıp, yüksek sesle, sabahlığımla, şahane kahvemle, Verdi dinleyerek güne başlama şansını bu adı yasak olan şey bana vermemiş olsa, bunu asla anlayamazdım. Çünkü ben yorgun da olsam, her sabah olduğu gibi dün de çıkıp yürürdüm. Evet iyi şeyler, iyilik de tutsaklık olur. Her şeyin aşırısı, her şeyin saplantılı olanı, her şeyin fazlası, asla diye kurduğunuz her cümle, kesinlikle diye kurduğunuz her cümle sizin tutsaklığınızdır.

Her şeyin aşırısı, her şeyin saplantılı olanı, her şeyin fazlası, asla diye kurduğunuz her cümle, kesinlikle diye kurduğunuz her cümle sizin tutsaklığınızdır.

İşte böyle türlü türlüdür tutsaklıklar. İnsanı en sıradan tutsak yapanı da, paraya olan tutsaklıktır. İnsanlık tarihinin, insan kalitesi açısından çok sıradan zamanlarını yaşıyor olmamız da, insanlığın bu sıradan tutsaklığından kaynaklanmaktadır.

Hayatımı bilmeyip de, tutsaklık üzerine neden ahkam kestiğimi soranlara, onların anlayacağı dilden bir tutsaklık hikayesi anlatacağım, bir özgürlük hikayesi aslında;

Hayatımın 10 yılını, köklerimden kuş uçuşu 9200 km uzakta bir yerde rehin hayatı yaşayarak geçirdim. Ülkeme ve bulunduğum ülke dışında bir ülkeye gitmem yasaktı. Böyle bir zaman madem elimden alınacaktı, daha asil bir sebeple olsaydı, mesela doğrularından hiç dönmemiş bir fikir suçlusu olmayı yeğlerdim. Oysa ben bu rehin hayatını sadece yanlış bir hayat arkadaşı seçtiğim için yaşadığımdan, hapishanedeki fikir suçlusuna kıyasla, adi suçtan içeri girmiş gibi bir şeydim anlayacağınız. Babanın ameliyatına, kardeşinin mezuniyetine, düğününe, kardeşim dediğin insanların neşelerine matemlerine ve daha nice istediğin ortama, mekana, olaya, güç gösterisine tutsak olmuş biri yüzünden uzak kalmak çok zordu. Şimdi daha iki gün, arkadaşlarını belki ailesini göremediğinden acı çekenleriniz, o iki günlük tutsaklığı 3500 günden fazla yaşamış biri olduğumdan belki şu sözüme değer verip kulak vermek istersiniz.  Bu tutsaklık değil. Bu sizi özgürleştirme fırsatı. “Kalkışma” moda bir söz. Bana yaşatılan bir hapsetme “kalkışması”ydı. Beni daha da özgürleştiren bir hapsetme kalkışması oldu bu. Dışarısı eksildiğinde, Alice’inkiden daha ihtişamlı bir harikalar diyarına, içime yolculuk yapmayı öğretti bana.

Dışarısı eksildiğinde, Alice’inkiden daha ihtişamlı bir harikalar diyarına, içime yolculuk yapmayı öğretti bana.

Şimdi bu virüs de gümüş bir tepside olmasa da, paslı bir tenekede size böyle bir özgürlülk fırsatı sunuyor, lütfen gör insanoğlu.

Sevgiyle

Deniz Başıbüyük 12 Nisan 2020

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş:

Telif Hakları

Bu web sitesinde yeralan tüm yazıların ve fotoğrafların, 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının ticari amaçla kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır.