Deniz Başıbüyük’ün bu makalesi Ocak 2016’da Tügiad Elegans Dergisinde yayınlanmıştır.
IRMAK ya da IRMAMAK işte bütün mesele burada!
Netlik, netice, nefs kavramları üzerinde aklımı kurcalamama ve içimi dinlememe sebep olan bir yazı okudum. Varış noktası ve yolculuk düşünceleri ile ilgili algılayışımı sık sık yaptığım gibi, bir kez daha derinlemesine gözden geçirdim. Fırsat yaratan sağolsun, varolsun.
Bana ithaf edilen konusu bambaşka bir yazının içinde, belirsiz ve ana temadan uzak bir cümleydi bu. “Neticeye odaklanmayınca hayat ne güzel” yazmış. Yine de, bana yazıldığına göre, bu bir öğüt olabilir belki dedim. Sıradan bir dergi yazısından, altını çizdiğim bir not vardı yıllar önce, -bazen öğüt, en büyük hakarettir- yazıyordu. Bunu da, zaten o konuda öğüt edileni uygulayan birine söylüyorsanız, bu ona hakaretten daha ağır gelebilir diyordu dergideki yazıda. Bu söze çok inandım, elimden geldiğince uygulamaya çalıştım. Her daim, iyiliğime yazan bu dostun sözleri bir öğüt formatında bile değildi aslında. Belki kendisine sesli bir uyarıda bulunuyordu, bilinmez. Ama ben akış ve netice arasındaki ilişki konusunda ve özen gösterdiğim konuların bana öğüt edilmesine hassasiyetim sebebiyle, akışımın içinde, nehrimin alt akıntılarına yakalandım ve orada biraz dönüp durdum bu düşüncelerle. Benim için kafamdaki akışı anlatan en iyi sembol nehirdir. Hayatımın akışına, en çok çomak sokulan yılların, nehir kenarlarında geçmesi mi buna sebep, yoksa adımla, doğar doğmaz tescillenen suyla olan ilişkim mi bilinmez. Sebebi ne olursa olsun, nehirlerin hayatı anlatışındaki ustalığa hayranımdır.
Nehrin akışına hayranımdır. Bu hayranlığı yanında, uzağında her fırsatta yaşarken, o nehrin son noktasını bir kez bile düşünmüşlüğüm yoktur. Hayatımda “neticenin” ehemmiyeti, daha doğrusu ehemmiyetsizliği de kendini böylece açık eder. Nehir yataklarını bile değiştirmeye azmeden insanoğluna rağmen, nehir bocalasada hep akacağı yönde akar. Neticesi değişmeyecektir. Nehirler de, bizim gibidir, asker gibi gider aslında, geldiği ve gideceği yer bellidir. Aslolan, nerden geldiğimiz, nereye gittiğimizi değiştirmeye çalışmak değil; bunları sorgulayarak kaybolmak değil; geldiğimiz ve gideceğimiz yere saygı ve inancı kaybetmeden, o akışı berrak, dış etkenlerden arındırmış, nehir gibi asil tutabilmektir.
Aslolan, nerden geldiğimiz, nereye gittiğimizi değiştirmeye çalışmak değil; bunları sorgulayarak kaybolmak değil; geldiğimiz ve gideceğimiz yere saygı ve inancı kaybetmeden, o akışı berrak, dış etkenlerden arındırmış, nehir gibi asil tutabilmektir.
En önemlisi o akıştır. Üzerinde biraz kontrolümüz olan tek şey o akışımızdır çünki.
Lise yıllarında bir arkadaşım, “çin gelecek çubukları” diye bir tahmin oyunu hediye etmişti. Nehir sembolünü sıkça kullanarak, yol gösterici oluyordu bu çubuklar. Çin kültürünün de bir parçası olan Tao, “yol/akan” nehir anlamlarına gelirken, çin felsefesinde nehrin önemli bir yer alması pek şaşırtıcı değil. Sizin hayata dair pratik sorunuza, “nehri geçmek doğru, nehri şimdi geçmek doğru değil, nehirden geçerken zorluklar var, köprü var, yok, vs.” gibi, sembolik başlıklarda ve sonra da açılımında şık ve felsefi anlatımlarla dönen ama ortak noktası hep nehri geçebilmek ve karşıya ulaşabilmek olan rehberlikler sağlıyordu. Nehirle olan güçlü ilişkime, hayatımda sembolik olarak işgal ettiği yere rağmen, çin çubuklarının gözlükleriyle bakamadım hiç hayata. Ha burası, ha karşı kıyı, ne önemi, ne farkı varki, önemli olan akıştı. Akışınızın kenarındakiler, siz akarken, nehirde çamaşır yıkayanlar, nehirde karşıdan karşıya geçenler, fabrikasının pisliğini atanlar, gelip suyunuzdan içenler, büyük büyük kayalar koyup, akışı değiştirmeye kalkanlar ya da bir dere yatağını size döndürüp, suyunuza su katarak sizi coşturanlar değil; tek önemli olan sizin akışınızdı.

Akışınızın kenarındakiler, siz akarken, nehirde çamaşır yıkayanlar, nehirde karşıdan karşıya geçenler, fabrikasının pisliğini atanlar, gelip suyunuzdan içenler, büyük büyük kayalar koyup, akışı değiştirmeye kalkanlar ya da bir dere yatağını size döndürüp, suyunuza su katarak sizi coşturanlar değil; tek önemli olan sizin akışınızdı.
Bazen bir alt akıntı, bazen o büyük taşlar ya da yeni eklenip sizi coşturan bir dere karışıklık yaratabilirdi yaratmasına ama siz nehri seçtiyseniz hayatı anlatma sembolü olarak, böyle karışıklıkların netliğe gölge düşürmesinin ihtimali bile olamazdı ki.
Kanada’ya ilk yaptığım turistik seyahat (-+1)1995 yılındaydı. “Kicking Horse (Tekmeleyen At)” isimli bir nehirde hatrı sayılır bir rafting kazası yaşadım. Nehrin gücünü ve insanın acizliğini en çarpıcı anlatmış hayat tecrübelerimden biridir. Her hayat tecrübesinde olduğu gibi, burdan da çıkarılacak saptamalar ve sorular oldu olmaz mı? “Hayatının akışını, nehir gibi mi, insan gibi mi yönlendirmek istersin?” sorusu çeşitli vesilelerde kendime sorduğum bir sorudur. Hakikat o dur ki, nehir nefs konusuna da en güzel kılavuzluğu yapar. Nehirler karışmaz mı? Karışır elbet. Karışsa da akışı değişmez, çünki akışı nehrin nefs’idir. Nehrin kendine verdiği, hiç değişmeyecek olan andıdır nefs.
Sağolsun, sevgili dostum, bundan birkaç gün öncesinde, akışa ettiği bir sözle, alışılmadık bir kaynak suyu eklemişti, tam o eklemede oluşan bir alt akıntı, akışa nasıl etki ediyor anlamaya çalışıyorduk ki; birde netice konusunun altını çizince, bu satırlar kaçınılmaz hale geldi.
Nehir gibi güzel, asil, berrak akamıyorsanız hayata, bazen kenara oturup, hiç akmamak ve nehir gibi akabilmeyi beklemek de güzeldir.
Nehir gibi güzel, asil, berrak akamıyorsanız hayata, bazen kenara oturup, hiç akmamak ve nehir gibi akabilmeyi beklemek de güzeldir. Nehrin bile durduğu kısımları, anları vardır. Bir alt akıntının, yüzeyde yarattığı statik, bahsettiğim rafting kazası sırasında, tekmeleyen nehirin elinden canlı kurtulabilmiş olmamın sebebidir. Bu da kanıtlar ki, bir nehir gibi, akışa dair değerlerinizi hep güçlü ve net tutarsanız, durmak bile akışa hizmet eder.