Başardım

Bu makale Aralık 2010 CEO’s Dergisi 72. sayısında Deniz Başıbüyük’e ait Camdan Evler köşesinde yayınlanmıştır.

Ne göreceli kavramlar üzerine, ne kadar fiyakalı etiketler kondurup, birbirimizi yanlış yönlendire yönlendire, insanlığı yuvarlayıp götürüyoruz.  İnsanlık… Yuvarlanınca çığ gibi büyümüyor üstelik, hacmi büyüse de içi koflaşıyor. 

Ne göreceli kavramlar üzerine, ne kadar fiyakalı etiketler kondurup, birbirimizi yanlış yönlendire yönlendire, insanlığı yuvarlayıp götürüyoruz.  İnsanlık… Yuvarlanınca çığ gibi büyümüyor üstelik, hacmi büyüse de içi koflaşıyor.  Emek ve düşünce katılmadan yuvarlanan insanlığımız, çığın tersine hergün daha bir eksiliyor.  Televizyonu açıyorsunuz, bir haber, başarılı işadamı vesaire vesaire; gazeteye bakıyorsunuz başarılı sanatçımız vesaire vesaire…    Kim, kimin üzerine başarı etiketi koymakta yetkilidir?  Benim başarı dediğim, senin başarı dediğine uymaz ki; benim güzelim de seninkinden farklıdır; benim kötüm de seninkinden farklıdır. Göreceli kavramları, boylarından küçük kuş kafeslerinin içine hapsede hapsede, azalıyoruz, değerler kayboluyor, farklılıklar yontuluyor, aynılaşma başlıyor.

Göreceli kavramları, boylarından küçük kuş kafeslerinin içine hapsede hapsede, azalıyoruz, değerler kayboluyor, farklılıklar yontuluyor, aynılaşma başlıyor.

İnsanın aynılaşması, insanlığın yokolması, kimse bunu kabullenmek istemiyor. İzlediğiniz filmleri düşünün, koca koca ordular, koyun sürüsü gibi gözümüzün önünde ölüyor filmlerde, pek üzücü etkisi olmuyor çoğunluğun üzerinde, çünkü onlar aynı görünüyor bize.   Filmde biraz farklılaştırılmış, ya da farklılığı öne çıkarılmış birisinin ölümü, o kişi iyi ya da kötü olsa da bizi etkiliyor. Farklılıklarımızı cilalayıp, onları göğsümüzü gere gere orta yere koyamazsak, biz de bu dünyadan silik bir biçimde kayıp gideceğiz birgün. Belki o ana kadar yaşamımız, yüzeysel bir başarı etiketiyle akmış ama içimizde başarı tanımını hiç sorgulamadığımızdan, gerçek başarıyı hiç bulamadığımızı sadece kendimize itiraf ederek göçüp gideceğiz.  Farklı olmak adına bir zorlama da değil bahsettiğim bu satırlarda. Aynılaşmamak adına özen göstermekten, insanın rengini koruyabilmesinden bahsediyorum. Kendi rengimizi, kendi tanımlarımızı bulmak ve bu tanımlar içinde mutlu olabilmek, etiketlere yapışarak güvende hissetme zayıflığından vazgeçmekten bahsediyorum.  Belki rengimize benzeyenler çıkacak karşımıza, varsın çıksın. Amaç illa ki farklı olmak değil ki, kendi varoluşumuza sadık olmak, saygı duymak.

İnsanlığa dair, göreceli tüm kavramlar içinden neden başarıyı seçtim derseniz, şöyle açıklamak isterim. Dünyadaki göreceli kavramlar içinde, başarının yüzeysel bir formüle hapsedilmiş olması, başarı kavramını, diğer göreceli kavramlara kıyasla, insanlığa en zarar verir hale sokuyor, işte bu yüzden.

Hep birlikte hayali bir durum çalışması yapalım.   Fortune 500 şirketlerinin CEO’larını karşınıza alın. Bu senaryoda, diyelim ki konuştuğunuz anda bu CEO’ların her birinin ömrü maalesef sonuna gelmiş. En içten, en dürüst sohbeti gerçekleştirebilecek altyapıya sahipsiniz. İnsanların büyük bir kısmı, son anlarında hep kendilerine dürüsttür, bütün bir ömrü bu bilinçden uzak geçirmiş olsalar bile. Düşünün, başarı kelimesinin içine hapis yaşamış insanlarla başarının tanımını konuşuyorsunuz o anda. Muhakkak istisna teşkil eden liderler var, onların büyük bir çoğunluğu ile ilgili “Camdan Evler” köşemde yazılar yazdım ama çoğunluğun buna istisna teşkil etmediğini biliyoruz. Bu insanlarla konuşurken, siz de duyuyorsunuz değil mi? Paylaştığı hayalkırıklıklarını, hayatta onların aslında başarı diye adlandıracağı şeylerden uzak kalışlarını ve tabii ki belki mutluluklarını ve başarı hislerini de. Dışardan bakılınca, onların alnına başarılı diye bir etiket yapıştırılmış oysa hepsi o etiketten mutlu ya da hemfikir olarak ayrılmıyor bu dünyadan. Yanlarına alıp gittikleri hislerin ortak noktası, hızlı tüketilmiş zaman hisleri, yarım kalmışlık, kalplerinin başarı dediği şeye kulak verememişlik, kulak verseler bile gereğini yapamamışlık hissi… Bütün bu hisleri siz de benim gibi duyduğunuza göre, bize ne öğütler verdiklerini de duymuşsunuzdur eminim.  

Yaşarken, hayatın verdiği ödülü bulmak istiyorsanız ve son nefesinizi vereceğiniz gün geldiğinde de ödül dediğiniz şeyin aslında bir ödül olmadığını farketmek istemiyorsanız, bunun tek bir yolu var.    Ödülü hiçbir zaman dışarda bir yerde ya da bir başkasından aramamalısınız. Siz kendinize ödül verecek noktaya gelince, sizin için önemi olmasa da, sizin dışınızda ki dünya buna alkış tutar hale gelecektir Gerçek ödül, gerçek başarı hissi, içinizdeki hisdir, dışardan bir yansıma değildir.

                  Özetle, içinizi dinleyerek, sizi siz yapan meşguliyeti bulmak mutlak başarıdır. Ödül zaten bunun kaçınılmaz sonucudur. Bu ödül her zaman para ile ya da şan ve şöhretle ele geçirilmek zorunda değildir. Hayata veda ederken, son anlarımızda, kendimizi başarısız ve mutsuz hissetmek çok ağır bir bedel. Kimbilir belki iç sesiniz, (mümkün olduğunca geç olmasını dileyerek) o ilerdeki sizle, şimdiki sizi konuşturup, yolculuğunu bitirmek üzere olan halinizden öğütler almayı deneyebilir. Şafak, Kasım 2009’daki bir makalesinde demiş ki: “Peki ya dehr? Kesintisiz bir şekilde uzayıp giden, dolayısıyla dilim dilim ayrılmayan o sonsuz bütünün adıdır dehr. Kimi alimler der ki: “İnsanın zamanına ‘zaman’ deriz, Tanrının zamanına ise ‘dehr’.” Başarı ile ilgili, bu tanımlamasından yola çıkan bir bağlantı kurmak istiyorum. Başarı insanın zamanını da dehr’de geçirmesidir.

İnsanın zamanını klasik zaman kavramına sıkışmış olarak değil de, dehr’de geçirmesi demek; doğrularımızı, kendi rengimizi hiç geç kalmadan bulup, bunu kesintisiz yaşayabilmek, bu yolla zamanımızı bir bütün olarak geçirebilmektir.

                  İnsanın zamanını klasik zaman kavramına sıkışmış olarak değil de, dehr’de geçirmesi demek; doğrularımızı, kendi rengimizi hiç geç kalmadan bulup, bunu kesintisiz yaşayabilmek, bu yolla zamanımızı bir bütün olarak geçirebilmektir. Mükafat almayacak ortamlarda bile o iç sesden, iç doğrudan vazgeçmemektir.  Hep başkasının onaylaması ile başarımızı anlayabilen bir insansak, en başta kendi kendimizin sürekli izleyicisi olduğumuzu unutmamak ve bunu başarabilmektir.  Kimselerin olmadığı bir tuvalette, musluğu, sifonu kullanma alışkanlığımızın, başkaları olduğunda farklı olmaması kadar basit bir denklemdir aslında bu.   

                  Hepinize, “Başardım, çünkü yaptıklarım doğrularıma, beni mutlu eden, beni ben yapan şeylere ters düşmesine hiç izin vermedim” diyerek noktalayabileceğiniz uzun bir ömür diliyorum. 

Deniz Başıbüyük

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş:

Telif Hakları

Bu web sitesinde yeralan tüm yazıların ve fotoğrafların, 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının ticari amaçla kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır.